12 Mayıs 2022 Perşembe

KEDİLİ GÜNLER

 

     Ay anlatacak ne çok şey birikmiş ya hu! Ara ara sol bileğimin şiştiğinden, ağrıdığından bahsetmişliğim vardır mutlaka. İşte o şişlik için doktora gittiğimde ortopedi polikliniğine başvurdum. Doktor bileğimi evirip çevirdi ve teşhisini açıkladı: “Bileğinde zorlanma olmuş. Üç hafta alçıya alalım.” Alalım da sıkıntı şu: Ben solağım. Alçıya alınan sol elim. Üç hafta nasıl geçecek diye karaları bağlamayayım da ne yapayım?

     İki haftayı bir şekilde geçirdim ama baş ve işaret parmaklarım sancılanıp duruyorlar ama ne sancı… Tekrar ortopedi uzmanına gittim, alçı çıkartıldı adını hatırlayamadığım bir elektrikli test ve film istedi, sonra da fizik tedaviye postaladı beni. Fizik tedavi uzmanı daha başka birkaç test, film, mr, kemik ölçümü istedi. Sonuç: iltihaplı romatizma… Gelsin ilaçlar gitsin karaciğer, böbrek… İki yıllık tedavinin ardından doktorum bir anda puf diye yok oluyor. Bize de romatolojinin yolu görünüyor. Bu sefer de romatoloji doktoru diyor ki ilaç kullanmanı gerektirecek kadar romatizmal iltihabın yok. İlaçları bırak. Bu gün git altı ay sonra gel.


     Gelelim Karamel efendiye. Ne yapsın oğlum, efendi efendi yatağında yatıyor demek isterdim. Bütün gün uyuyor, tüm oynatma çabalarımızı boşa çıkartıyor, gecenin; yok sabahın 5’inde başlıyor beni dişlemeye:

“Kalk köle, beni oynat, eğlendir!”

     

Kimi dişlesem acaba?


Beni dişliyor ama altı aydır bizimle ufaklık, daha ne bir çizik yaptı ne kanattı. 


Myna’nın Müdür adlı canavarı kızımı delik deşik etti oysa. En son Myna telefonda “Bu sondu, atıyorum bunu sokağa diye höykürdükten bir saat sonra “Manzaram” diye paylaşmış biblo görünümlü haydut Müdür efendiyi.

   Ha bir de yaşanmış bir olay var:

  Myna, Özel Eğitim Okulunda öğretmenlik yapıyor. Zihinsel ve fiziksel engelli çocuklarla çalışıyor. Bu yıl da okul müdürü değişti, yeni müdür de otoritesini kurmak için bazen tatsızlaşabiliyor. Öğretmenler bu durumdan bahsediyorlar arlarında, sonra da birisi “hadi gidip bir yerlerde çay içelim” diyor ama herkesin bir mazereti var. Kimi alış verişe gidecek, kimi misafir ağırlayacak, kimi haftalık temizliğini. Son bir umutla Myna’ya bakıyor fikri ortaya atan.

  “Müdürü kısırlaştırmaya götüreceğim. ”Cevabı gözleri yerinden uğratıyor. Kediden haberi olan bir arkadaşı gözlerden yaş döktüren kahkahalar arasında bahsi geçen müdürün okul müdürü değil kedi müdür olduğunu açıklıyor.

       



 

5 Mayıs 2022 Perşembe

RAŞİTİK OĞLUM KARAMEL

 

     Küçücük, minicik, ufacık bir kedicik sahiplendik. Zaman geçtikçe keşke sahiplenmeseydik diyecek duruma geldik. Şöyle anlatayım efendim.

Çok ağrısı olduğunda viyaklayıp elimi istiyor ve böyle uyuyor
     Karamel Bey’i sahiplendiğimiz 6 Ekim günü çok mutlu olduk. Evde minicik bir can var, okuldan gelen işten gelen, gezip dolaşmaktan gelen soluğu hayvanın başında alıyor. Hayvan sakin, fazla dolaşmıyor, oynamıyor, aç kalmayacak kadar yiyor. İlk bakışta her şey normal görünüyor. Karamel'i sahiplendikten bir hafta sonra sitede doğum yapmış bir anne kedi üç yavrusuyla kapımıza dayanıyor. Hadi onları da alıp bir odaya koyuyoruz. Yavrulara biraz bakalım, bu arada sahiplendirmeye çalışalım. Fakat onların parazit aşısı olmadığı için Karamel’le aynı yere koyamıyoruz. Onlarla ilgilendiğim için Karamel’e yaklaşmıyorum. Ertesi gün Karamel’in yüzünde eve ilk geldiği zamanki kederli ifade beliriyor. Alıp kucağıma sevip okşuyorum, bir yandan da “sen benim canımsın, bir tanemsin, aşkımsın, çok kıymetli oğlum benim, iyi ki benim oğlumsun, seni çok seviyorum annemmm.” diye aralıksız nazlıyorum. Bir süre sonra beyefendinin keyfi yerine geliyor ve kederli bakışlar neşeli bakışlara bırakıyor yerini. Hafta sonunda yine ben diğer yavrularla ilgileniyorum. 427 telaşla “anne karameli veterinere götürüyorum.” deyince bakıyorum bakışlar yine kederli. Anlatıyorum olanları, 427 biraz nazlıyor ama değişiklik yok. Bu sefer ben alıyorum öncekinden biraz daha uzun sürüyor ama yine neşesi yerine geliyor.
Neşesi yerinde olduğunda...

     Düzenli olarak aşılarını yaptırıyoruz. Kuduz aşısını yaptırdıktan sonra Myna’nın evine gidiyor 427. Orada Karamel viyaklayıp duruyor. Karnına dokundurtmuyor. Tekrar veteriner kapısından giriyorlar ve Karamel’in kabız olduğunu söylüyorlar, lavman yapıyorlar. Bu kabızlık ve lavman olayı bir ay kadar sürüyor. Dört beş günde bir veteriner, lavman… Hayvan artık hiç kimseyi kendisine dokundurtmuyor.

     Yine taşıma çantasına koyup arabaya götürüyorlar ama Karamel öyle acı acı viyaklıyor, korkudan kutunun bir köşesine siniyor ki… tabi bu durumda Calimero ne yapar? 247’ye bekle deyip hemen evden cüzdanımı maskemi alıp arabaya kuruluyorum. Karamel de benim kucağıma… bir daha taşıma kutusuna koydurtmuyorum canım oğlumu.

     Veterinerde yine lavman yapılıyor, ben de bir yandan soruyorum ne zamana kadar böyle gidecek? Bu kabızlığın bir tedavisi yok mu? Evde ne yapabilirim kabızlığını gidermek için? Anlıyoruz ki şimdiye kadar hep stajyer veterinerler bakmış oğluma. Kliniğin sahibi veteriner bey geliyor, film çekiliyor ve tahlil yapmaya gerek kalmadan durum anlaşılıyor.

     



Karamel oğlum, raşitik bir kediymiş… bu şu anlama geliyor: raşitizm hastası bir kediyle muhatabım. Oğlumun kalıtsal olarak sahip olduğu bu hastalıktan dolayı bağırsakları işlevini görmüyor, kemikleri, dişleri gelişmiyor, akciğeri sık sık ödem yapıyor, eklemleri ama özellikle arka bacak dizleri genellikle ağrıyor, kemik yoğunluğu diğer kedilere göre daha az olduğu için onlar gibi hoplayıp sıçrayamıyor. Tedavi uygulanabilir ancak hayvanın tedaviye cevap vereceği kesin değil. En kötüsü de normal ev kedileri 12-15 yıl hatta 22-23 yıla kadar yaşayabilirken bu hastalığa sahip kediler en fazla 7-8 yıl yaşayabiliyormuş. Normal kediler yetişkin olduklarında beş altı kilo arasında olurken Karamel'im iki kilo dört yüz yirmi gram olunca veterinerimiz "boyuna göre kilosu fazla, kilo alırsa bacaklarına daha fazla baskı olur o zaman da ağrısı artar" dedi.

       Kalsiyum hapları, ağızdan verilen kolajenler, bağırsak probiyotikleri, önce kortizon iğneleri sonra hapları, duphalac şurup, zeytinyağı… o kadar fazla ilacı var ki telefona alarm kurmak, ilaç listesini de tv ünitesine asmak zorunda kalıyorum. Her alarm çaldığında hangi ilaçtan ne kadar verilecek listesiz aklımda kalmıyor. Karamel’in ilaçlarını düzenli verirken kendi ilaçlarımı sık sık unutuyorum ve İkram bey dalgasını geçiyor: “Kedi senden çok yaşayacak bu gidişle heh heh heh.”

Karamel’i çok seviyoruz. Ancak hastalığının getirdiği duygusal baskı öylesine zorlayıcı ki bir daha hayvan sahiplenir miyim bilemiyorum.      

 

KEDİLİ GÜNLER

     Biliyorum... Çok uzun zaman oldu görüşmeyeli. Bu uzun zaman içinde derelerden, nehirlerden çok sular aktı, kimi yolunu buldu, kimi hala arıyor... Bu kadar zamanda neler olduğunu anlatmak uzun sürer. İyisi mi ben size özet geçeyim. 

     Ejderha'nın okulunda  okul aile birliğine girdiğimi hatırlarsınız. İki yıl görev yaptıktan sonra İkram beyin zorlamasıyla girdiğim gibi yine İkram beyin atarlanmasıyla ayrıldım. Myna'yı evlendirdim. 427 Adana'daki okulunu bitirip çiçeği burnunda makine mühendisi oldu, işe bile girdi. Ejderha, evimize yakın olan Kocaeli Üniversitesine bağlı Kartepe M.Y.O.'da alternatif enerji kaynakları okuyor. İkram Bey'le az daha ayran içip ayrı düşecektik. Adamın kuru inadı yüzünden boşanmaya ramak kala toparladık.

     

Anlı şanlı papyonlu Müdür beyefendi :)
Evlenipkendi evine giden Myna'dan boşalan yeri doldurmak lazımdı. Doldurduk. Şöyle ki eski postlarımı okumuş olanlar benim kızlardaki kedi köpek aşkını bilirler. Myna evlenince eşi ki biz ona Mammi diyelim, Mammi'yle ortaklaşa karar verip bir minik adam sahiplendiler. Sokak kedisi olan bu bebeğe de "Müdür" adını koydular. Evet evet Müdür! ilk zamanlarda yadırgasak da hayvan büyüdükçe adına layık bir afet-i devran oldu. Kehribar gözlü siyah beyaz, smokin denilen türden bir afet... Ancak kendisini hiç sevdirmiyor, sevmeye çalıştıkça kaçıyor, ben de kızıp:

    "Ben de kedi alayım, adını da Muhtar koyayım da sen de izle!" diye söylenmeme bir hayli güldüler.

Gözlerden keder akıyor
427 de zaten istiyordu, Müdür'ü sahiplendikleri yerden bir sarışın alıp gelmesin mi? Sahiplendiren kişi, veterinerde parazit aşısını yaptırırken sorup kız cevabını alınca instagramda kucak delisi bir kız diye paylaşmış. 427 kucağında kedicik, kızım kızım diye başka bir veterinere götürüp sağlık kontrolünden geçirtiyor. önce adını soruyorlar, başındaki sarıların arasında karamel rengi çizgileri var diye kızımızın adını "Karamel" koyuyor. kontrol bitip, kimlik hazırlanıp ihtiyaçlar alınıp çıkacaklarken Mammi cinsiyetine bir bakalım diyor ve bomba! Kızımız kız değil bayağı bayağı adammış!

Neyin kederi neyin hüznü bu oğlum?

     İş çıkışı eve geliş saati belli olan 427 geçikince merak ediyoruz. aradığımda sesi bir hayli gergin geliyor, soruyorum, gelince anlatırım cevabıyla beni merakta bırakıp kapatıyor. Babasının gazabından çekinen 427 oğlanı adamın kucağına bırakıp "arabada eşyalar var, gidip alayım" diye tüyüyor. 

     Kucağına bırakılan bebek kediyle neye uğradığını şaşıran İkram bey hem bebeği sevip okşuyor, hem de "Nereden çıktı bu? Bu ne? Ne bu?" diye söyleniyor ama gazap rüzgarları yerine şaşkınlık fırtınası esiyor. Nihayet eve gelen 427:

     "Annesi ölmüş, üç kardeş kalmışlar. Bu çok sakin, okulun bahçesinde yuva yapmışlar, bu hep bir köşeye çekilip uyukluyormuş. Sokakta yaşayamaz ölür. aldığımız adamın evinde zaten bir sürü kedi var. Ben de zaten istiyordum, çok da sevdim. Aldım." diyor bir solukta. 427'nin açıklamasını dinlerken bir yandan hayvanı yüzyüze gelecek şekilde tutup kedini yüzüne bakıyor. Bir hayvanın ne kadar kederli bakabileceğini işte o zaman hepimiz öğreniyoruz. Keder denizinde boğulmuş bizim küçük adam. 

 İkram bey Karamel'i Ejderha'ya verip telefonu alıyor. Aranan kişi Myna:

     "Hep senin yüzünden. sen kedi alınca bunlar da yüz buldular, benim astımım var, beni öldürür bu kedi!" diye yükseliyor ama Myna hazırlıklı:

Ne kedisi? Benim nefesimi tıkar onun tüyü...
     "Ahkam amcam senden kötü durumda Mami almış  hem de peluş gibi bir kedi, amcam gidip gelip seviyor, hiç de tıkanmıyor. Sen biraz abartıyor olabilir misin acaba?" 

     İşte Myna'dan boşalan yeri bu şekilde kedi adam Karamel'le doldurduk. Artık evimizde dört insan bir kedi birey var diye az buçuk neşemiz var.

Kediyi getiren de kediyle beraber gider! diyen İkram bey





























25 Ağustos 2019 Pazar

LONGOZ FACİASI

         Geldim, geliyorum derken buradayım efendim...
         Bayramdan önce Fırtına'yla Kepçe'ye fındık toplamaya yardıma gitmiştik ya hani... İşte onlara yardımın bana armağanı hasta bir İkram Bey. Tüm uyarılarımı kulak ardı eden adam bayrama iki gün kala hastalandı, hafiflemiş olsa da hala sürüyor hastalığı. Adamı cami avlusuna bırakasım gelmiyor değil yani.
Hangi caminin avlusuna bıraksam acaba? 
        Geçenlerde alışverişe çıkmıştım. bir zincir markette çok sevimli bir etikete rastladım. Nesi sevimli diyebilirsiniz de bende ayarlar pek yerinde değil, n'aparsınız...
        Elif'im, anasının beceriksizliğine kurban yavrum da elden bir şey gelmiyor. İzmit'te öğretmenlik yapıyordu, bir şekilde Sakarya'ya tayin oldu. Taşınacak diye beklerken sağ gösterip rövaşata yaptı bana. Bu yıl okula başlayacak olan oğlu; ki fırsatını bulsak bir damla suda boğabiliriz herifi; okula
Şortla sokağa çıkınca dizler bu halde :D

Terlik böyle giyilir, öğrenin!
Sakarya'ya gidelim ama bu evden taşınmayalım demiş, Anası da oğluşum ne derse o olur diyerekten taşınmayı iptal edip oğlanı çalıştığı okula çok da yakın olmayan oldukça popüler bir okula yazdırmanın derdine düşmüş. sorun şu ki oldukça kısıtlı kontenjan var ve kayıt süreci başlayalı çok oldu. Taşınınca Elif'i kreşe verecekti, şimdi yol uzun diye bir de araba almayı düşünüyor kadın, kreşe kızı bırak okula oğlanı bırak zor olur, bu yıl da kıza sen bak diye yalvarıp duruyor. Ne yapsam bilemedim.
         427, adana'dan geldi, yaz stajına başladı. boş zaman yakaladı mı program yapıyor, sayesinde bizler de geziyoruz. Sakarya'lıyız, hiç Longoz'a gitmedik, tüh bize diyerek yollara döktü bizi. Yollarda geçen kısmı iyiydi, diğer kısımlar... eh işte...
 

        Longoz, su basar ormanı demek oluyormuş, öncelikle bunu belirtmeliyim. zamanla akarsuyun taşıdığı alüvyonlar denize aktığı yerde birikip denizle bağlantıyı kesiyor, deniz seviyesinde ya da hafif eksi meyilli olan alanlar da havuz ya da gölet gibi suyla doluyor. Suyu seven bitkiler de allah
allah nidalarıyla çevreyi kaplayıp yine sucul hayvanlara uygun ortam hazırlıyor. ördekler, kazlar, çeşitli yaban kuşları buralarda kuluçkaya yatıp yavru yapıyor, nesillerini sürdürüyorlar.
Önceden kayık ve yunuslar varmış suyun üzerinde gezmek için de malum sebeplerden ötürü kuş yuvaları ve diğer hayvanlar zarar görünce kayık ve yunuslar yasaklanmış.
         Uzunluğu 600 ile 750 metre arasında olduğu söylenen 1-1.20 metre kadar genişliği olan daracık bir ahşap platformdan insanlar yürüyerek bir şeyler görebilmek umuduyla Agop'un kazı gibi bakınıp dursa da görülebilen şeyler  bir tarafta dik bayır toprak duvar, yer yer komşu bahçenin ziyaretçiler tarafından hunharca yolunan fındık dalları; diğer tarafta da sudaki seyrek nilüferler, belki bir su yılanı ve asıl manzarayı kapatan çalılarla sınırlı oluyor.
         Kalmak isteyenler için klübe şeklinde bağımsız odalar mevcut ama odalara gidilen yolda kameriyeler ve pinikçilerin yaktığı mangallar pek de kalma isteği uyandırmıyor doğrusu. Yemek konusuna gelirsek, oturduğumuz restoran çakması yerde, yirmi- yirmi beş dakika bekledikten sonra gelen garson isteklerimizin çoğunun olmadığını söyleyince başka şeyler söylemek zorunda kaldık ve neredeyse peçeteleri yiyecek duruma geldiğimizde getirdiler siparişleri; o da yan masayla bizim siparişler yarı yarıya karışmış haldeydi. Lezzet de hizmet de kötüydü anlayacağınız.
         Her tarafta bulunan balık tutmak yasaktır tabelalarına inat oltalarla avlanmaya çalışan ve hiç bir uyarı almayan yaratıklar kol geziyor. platformun bittiği yerde mısır, salatalık, domates, biber yetiştirip organik ürün diye pazarlayan uyanık bir komşu iyi para kazanıyor doğrusu. ürünlerin her gün gelen ziyaretçilere yetişmesi için ne kadar hangi zirai ilacı kullandığını tahmin edebiliyorum da o ilacın longoza ne kadar zarar verdiğini düşünemiyorum.
          Doğru dürüst bir yönetim olsaydı çok daha güzel manzaralar sunulabilir, dünyada tek parça en büyük su basar ormanı da denilen longoz, Sakarya'nın bacasız sanayisi, lokomotifi olabilirdi. Şu haliyle ise karşılaştığımız turistlerin acıyan ve neden buraya gelme gafletine düştüm diye soran ifadelerine sebep olmaktan öteye gidemez. Üzüntü veren gezimizden notlar bu kadar.
İzmit fuarında bulunan Körfez güneşi de denilen dönme dolap ve gün batımı...















           

15 Ağustos 2019 Perşembe

FINDIK DALLARI


Üstteki İkram beyin, alttaki Fırtına'nın ilaç organizerleri...

Fındık toplamaya gittiğim köydeki karşılayıcılarım.... 
Yine yeşillendi fındık dalları...

Zaten hep yeşildi yeşildi fındık dalları...


Hep yeşilleniyor fındık dalları...

Ha bire yeşilleniyor fındık dalları...





Topla topla bitmiyor fındık dalları...


Sarıca arılarına yuva olmuş fındık dalları...

Güneş doğmadan gidiliyor ayağına fındık dallarının...
        Resimlerden de anlaşılacağı gibi imtihanımın bu bölümü fındıklarla yaşandı... Ağrıyan, hatta şişen el bileğim kimsenin umurunda olmadan o lanet fındık bahçelerine sürüklendim. Fırtına; ki artık rüzgarı gitmiş tozu kalmış adamın ama, ne kendi doğru düzgün çalışıyor, ne etrafındakilere aman veriyor. kimse oturmayacak, kimse dinlenmeyecek... Kendisi orada bir dal kesiyor, burada devrilmiş bir kütüğü dürtüyor, yani herkesin aman bitsin diye uğraştığı bahçede ibil dibil işlerle uğraşıyor. Kepçe'ye söyleyecek oluyorum "nefes darlığı var ya, çalışamıyor" diye savunma alıyorum.                           Dik bayır bahçede hem ayakta durmaya çalışmak, hem de topladığımız fındık kovasını devrilmesin diye zapdetmeye çalışmak aynı anda da iyice kalınlaşıp esnekliğini yitirmiş fındık dallarını eğip toplamaya çalışmak ciddi çaba istediğinden ve bileğim ağrıdığından sık sık oturup dinlenmeye çalışıyorum. Ama Fırtına "Hadi Calimero, boş oturma, şuradaki dalı topla" dediğinde "Birazdan kalkarım" cevabım adamı bir hayli kızdırıyor. Hemen kalkmamı söylediğinde "Sen bir tarafından nefes almaya çalışırken akşama kadar oturuyorsun, biz bir şey demiyoruz." cevabım iyice kızdırıyor beyefendiyi, daha sert bir sesle kalkmamı söylediğinde "Sen de hastasın, ben de... Halden anla biraz. Hem ben buraya fındık toplamaya geldim, canımı bırakmaya değil!" cevabım karşısında susuyor ama İkram beye ufaktan şikayetler oluyor ki bir ara İkram Bey'in "Kadını şiş kolla getirdim sesi çıkmadı elinden geleni yapmaya çalışıyor, sen de karışma artık ona... Hem biz yevmiyeci değiliz kendi malımızı topluyoruz, hem de koskoca sülaleden bir ikimiz buradayız... Kıymet bil azıcık!" sözlerini duyuyorum.
          Kalın dalların üzerine İkram Bey çıkıyor eğmek için, aşağıdan Kepçe asılıyor, ben de topluyorum. İkram bey yukarıdan ulaşabildiği fındıkları toplayıp aşağıya atıyor ama nedense hepsi bir şekilde bana dokunmadan yere düşmüyor. sonunda sabrım taşıyor:
          "N'apıyorsun? Şeytan mı taşlıyorsun?"Kepçe hem kih kih gülüyor hem salavat çekiyor. Dinlenme molalarından birinde Büyük görümcem Maviş beni arıyor, konuşuyoruz. Selam söylemek yerine "İkram'ı benim için öp!" diyor... Zaten caım sıkkın, yorgunum... "Babamın oğlu mu da öpeyim İkram Bey'i... Kimin babasının oğluysa o öpsün!" Karşılık:kih kih koh kah!



24 Temmuz 2019 Çarşamba

OTEL Mİ PANSİYON MU?


Otelcilik eğitimi olan biri var mı aranızda acaba? Evim otele döndü de… Tatil geldi ya, gelmez olaydı diyeceğim olmayacak. Oturduğum sitede hatırı sayılır sayıda öğretmen var. Kimi Antepli, kimi Mersinli, kimi Edirneli. En yakın olan Bursa’lı. Tatil deyince millette bir dâüssıla depreşiyor ki sormayın, sanki ülke dışını bırak gezegen dışında yaşıyorlar.
Yok memleket bizim memleket, neresine gidersen git, hep bizim; doğduğun yeri özlersin ona da eyvallah… ama bu nedir Allah aşkına ya hû?
Neyden mi bahsediyorum? Memleketinin yolunu tutan bu arkadaşların balık ve çiçeklerinden. Bir yandan akvaryumlar, diğer yandan çiçekler yaşam alanımızı ele geçirdi bizi evden atmaya halleniyorlar.
İkram bey ki ona biiir hayli kızgınım, tatile giden tüm komşuların balık ve çiçeklerini toplayıp eve getirdi. Benim akvaryum bir kenara üç tane de misafir akvaryum oldu, çiçekler salonu ve balkonu istila etmiş durumda.
Amcam


İstanbul’a giderken yol üstündeyim diye uğradı, dalga geçiyor benimle:
“Kız Calimero, bunlara günlük ücret mi haftalık ücret mi uyguluyorsun?”
 Neyse, kızmayacağım, kızmayacağım… Hııımmmmffff, pfuuuuuu; hııımmmmffff pfuuuuuu… Burundan nefes al, ağızdan ver, evet sakinleştim.
427 yurttaki kızlardan bahsediyor:
“Ergen bile değiller, kanal kanal gezip Selena, Bezbebek izliyorlar. Geçen koridorda üçü dikilmiş çocuk gibi kavga ediyorlar, sorun tavuk mu yesinler, köfte mi. Ben de geçmekte bulundum, geçerken de “Selena’yı çağırın, o çözer sizin yerinize o karar versin! Deyip odama kaçtım..” deyince Myna:
“Seni tenhada kıstırıp Hades’i çağırırsalar n’apçan ayarsız!” sorusuna:
“Üç kulhuvallah bir elham ardından da Felak ve Nâs okuycam.”